top of page

1. Çocukluğa inilmeli mi, Freud'a neden dargınım?

  • Yazarın fotoğrafı: Cenan Hepdurgun
    Cenan Hepdurgun
  • 5 Kas 2024
  • 6 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 30 Kas 2024

Bölümü Dinlemek İçin Bağlantılar:



Otomatik Oluşturulmuş Bölüm Metni:


Tarihe yön veren gelişmeler birçok faktörün bileşimiyle gerçekleşir. Bu yüzden basitçe bir olayın kesin nedenini belirtmek zordur. Sadece politik ve askeri sebepler değil, liderlerin düşünceleri, duyguları ve hatta aşk ilişkileri de önemli kararları etkileyebilir.

 

Roma Cumhuriyeti'nin yıkılmasında Mark Antony ve Kleopatra'nın, Anglikan Kilisesi'nin kurulmasında 8. Henry ve Anne Boleyn'in ilişkisine rol oynaması gibi. Bununla birlikte tarih boyunca milyarlarca farklı sebep, hep benzer olayların tekrar tekrar yaşanıp durmasına yol açmış. İnsan davranışları da böyle.

 

İki kere iki, dört diye formülüze etmek mümkün değil. Ama dikkatli bakınca tekrar eden kalıpları fark etmek mümkün. Ben psikiyatri hekimi Cenan Hepdurgun, bu podcast'ta kimi zaman yalnız benimle, kimi zaman konuklarla, insan zihnini tüm yönleriyle ele alıp, düşünce, duygu ve davranışlarımızı şekillendiren etmenleri konuşacağız.

 

Psikoloji hakkında konuşurken iki zorluk vardır. Birincisi ilgi çekmek için fazla genellemek ve gerçeklerden uzaklaşmak, ya da ikincisi daha doğru terimler kullanayım derken karmaşık hale gelmek. Bu podcast'ın amacı insan zihninin nasıl çalıştığını kolay anlaşılır ama fazla havalanmadan, ayağı yere basar bir şekilde ele almak ve konuklarla tartışmaktır.

 

Kişilik gelişimi, günlük alışkanlıklar, ilişkiler, bazı psikiyatrik hastalıklar gibi çok geniş bir konu yelpazesini umarım hem keyifli hem de doyurucu bir şekilde işleyeceğiz. Bu bölümün ele aldığı iki soru var.

 

Birinci soru, kişilik gelişiminde çoğu kişinin hiç hatırlamadığı ilk 2-3 yaşta yaşananlar ne kadar etkili? İkinci soru, bu konuyu inceleyen en meşhur kişi olan Freud nerede başarılı oldu, nerede yanıldı? Psikiyatri ve psikolojiyle ilgili en fazla karikatürize edilen kavram muhtemelen çocukluğuna inmektir. Bu ifade çoğunlukla da kötü olan espriler için o kadar çok kullanılmış ki birçok insan için artık anlamını yitirmiş. Ben tıp fakültesine gelene kadar psikiyatristlerin ya da psikologların sürekli çocuklukla ilgili sorular sormasını sadece şaka zannediyordum.

 

Tıp fakültesinde, davranış bilimleri dersinde Freud'un tanımladığı gelişim dönemleri anlatılınca "Vay be" dedim, demek ki çocukluğuna inmek diye dalga geçiyorlar ama gerçekten de bugünkü kişiliğimizi tamamen çocukluğumuzda yaşadığımız şeylere borçluymuşuz. Bize bakım veren kişiyle olan ilişkimizin bugünümüzü etkilediği kesin ama hangi oranda etkili? Bugünkü kişiliğimiz sadece annemizle ilişkimizden kaynaklanmıyor, biyolojimiz de önemli. Biyoloji olarak bu bölümde sadece genetik yapımızı, yani daha anne karnındayken belli olan ve sonradan değiştiremeyeceğimiz özelliklerimizi kastediyorum.

 

Biyoloji bundan ibaret değil tabii ama diğer kavramlara ilerideki bölümlerde bakacağız. Psikososyal faktörlerden kasıt da ailemiz, yakın çevremiz hatta toplumla olan etkileşimimiz. Doğup büyüdüğünüz mahalle, şehir, içinde olduğunuz toplumun kültürü hatta ülkedeki politik iklim bile kişilik değişiminde etkili.

 

Bir ülkede ekonomi ve hukuk sisteminde önemli sorunlar varsa, orada yaşayan kişilerin daha az sabırlı, daha şüpheci, daha somurtkan olması, herkesin haksızlığa uğradığını düşünmesi çok doğal. Daha küçük ölçekte de "Nerelisin?" sorusu boşuna sorulmuyor. Kimi zaman etiketleyici ve önyargılı bulunan bu soru, birçok insanın zihninde yeni tanıştığı biriyle ilgili bir taslağın hızla oluşmasına yol açıyor.

 

Ve bu taslakta isabetli tahminler bulunması da muhtemel. Bu bölümde daha çok doğumdan sonraki ilk yıllarda yaşananların kişiliğimizi etkileyip etkilemediğine bakıyoruz. Bugün bu soruya yanıt bulmak için araştırma yapacak birinin karşılaşacağı ilk terimlerden biri, psikodinamik psikiyatridir.

 

Ben bu podcast boyunca söylemesi daha kolay diye dinamik psikiyatri terimini kullanacağım. Biliyorsunuz Freud, psikanalize ortaya atan kişi. Dinamik psikiyatri de psikanaliz bilgisinden köken alan yaklaşımın çok genel bir ismi.

 

Freud, Klein, Jung, Lacan, Winnicott, Cohut, Erikson bu alanda çalışmış en önemli isimlerden bazıları. İsimlerini duymuşsunuzdur. Bu kişiler her konuda aynı fikirde değil.

 

Bazı konularda anlaşırken bazı konularda da birbirinin tam tersi şeyler söyleyebiliyorlar. Genel olarak farklı teorilerin farklı insani özellikleri daha iyi açıkladığı kabul ediliyor. Bu ilk bölümün isminde Freud'a neden dargınım yazıyor ama ben aslında hepsine az ya da çok dargınım sebebini anlatacağım.

 

Freud genetik özelliklerimiz gibi biyolojik faktörlerin etkisini reddetmiyordu. Mesela ölmeden iki yıl önce 1937'de biyoloji için ruhsal alanın altında yatan temel kaya diye yazmış. Zaten adam evrimsel bakış açısının tüm entelektüel alanları domine ettiği bir çağın ürünü.

 

Ve kariyerin başında da daha çok nörolojiye ilgi duymuş. Bu nedenle biyoloji önemsizdir demesi saçma olurdu. Tamam biyoloji etkili ama nasıl? Freud biyoloji derken daha çok türün devamı için önemli olan üreme isteğinden bahsediyor.

 

İki insan arasındaki genetik farklılıkların gelişimi nasıl etkileyeceği üzerinde durmuyor. İnsan davranışlarını açıklamaya çalışırken odaklandığı yer erken yaşam deneyimlerinin bilinç dışını nasıl şekillendirdiği. Eğer psikolojik gelişimi anlatırken anne ya da baba ile olan ilişkiyi her türlü ayrıntısıyla inceleyip çocukken şu şu olursa, bugün de bu bu olur diye detaylandırırsanız biyolojik altyapı içinde o da bayağı önemlidir demekle yetinirseniz aslında dolaylı olarak biyolojinin önemini arka plana atmış oluyorsunuz.

 

Sonuçta şöyle bir mesaj doğuyor, biyolojimiz sadece enerjiyi sağlar, bu enerjinin neye dönüşeceğini bebeğin nasıl büyütüldüğü belirler. Bu yaklaşım skelti dünyasında çok uzun süre yetiştirme tarzına aşırı önem atfedilmesine ve biyolojik farklılıkların davranışlar üzerindeki etkisinin ihmal edilmesine yol açmış. Örneğin 1950'lerden itibaren yaklaşık 20 yıl boyunca çocuğunda şizofreni gelişen anneleri etiketleyici hatta suçlayıcı sayılabilecek şizofrenojenik anne terimi psikiyatri yazınında kullanılmış.

 

Yani şizofreni gibi genetik etkenlerin çok önemli olduğu bir hastalık bile sadece bebekken annenin nasıl yetiştirdiği ile açıklanmaya çalışılmış. Peki biz bu hatayı yapmadan küçük bir çocukken yaşadıklarımızın bugünü nasıl etkilediğini anlamaya çalışalım. Bunu anlama yolunda önemli bir kapıyı aralayan bir hasta var.

 

HM vakası. Adının Henry Molaison olduğu öldükten sonra açıklanan HM, nerobioloji tarihinin en meşhur 2-3 hastasından biri. Kendisi hafızasını kaybedip insanlığın hafızayla ilgili sayısız şeyi öğrenmesine vesile olmuş biri.

 

HM bir kaza geçirip kafasını vurduktan sonra dirençli epileptik nöbetleri başlıyor. Nöbetler ilaçlarla bir türlü kontrol altına alınamayınca adamın beyninde her iki tarafta hipokampus ve etrafındaki yapıları ameliyatta çıkarıyorlar. Tabii o zamana kadar hipokampusun hafızadaki rolü bilinmiyor.

 

Ameliyat sonrası hastanın epileptik nöbetleri duruyor ama hafıza kusuru başlıyor. Hipokampus yeni bilgileri kaydetmede görev aldığı için HM ameliyat olduğu günden sonra yaşadığı hiçbir şeyi hafızasına kaydetemiyor. Yani ameliyat öncesini hatırlamada bir problem yok ama her gün sanki yapılan iş kaydedilmeden bilgisayara reset atmışsın gibi hafıza olarak ameliyatın hemen sonrasına dönüyor.

 

HM bu ameliyatı 1952'de 26 yaşındayken olmuş ve sonrasında tam 56 yıl daha yaşamış. Bugün bellekle ilgili bilgilerimizin önemli bir kısmını HM ile yapılan çalışmalara borçluyuz. Hatta çalışmaları yöneten Brenda Millner da benim bu podcast'i kaydettiğim sırada 105 yaşında ve halen yaşıyor.

 

Brenda Millner HM ile uzun yıllar çalışmasına rağmen ameliyattan önce tanışmadıkları için her gün tekrar kendisini HM'ye tanıtmak zorunda kalıyor. Aynı filmlerdeki gibi. HM ile yapılan en meşhur deneylerden biri şu.

 

Adama çizmesi zor bir şekil gösterip her gün 10 defa çizdiriyorlar. Her sağlıklı insan gibi ilk çizdiğinde zorlanıyor fakat ikinci de biraz daha iyi, üçüncü de biraz daha iyi olacak şekilde gitgide gelişiyor. Aynı deneyi ertesi gün aynı şekilde yaptıklarında adam bir gün önce yaşadıklarını hiç hatırlamadığı, bu şekli hayatında ilk kez gördüğünü sandığı halde hem daha az hata yapıyor hem daha hızla çiziyor.

 

Demek ki aslında hafızamızda farkında olmadığımız bazı şeyler var. Bunlar farkında olmasak da günlük yaşamımızı etkiliyor. Mesela bazen yeni biriyle tanışıyoruz, bir türlü ısınamıyoruz, gıcık oluyoruz ama nedenini açıklayamıyoruz.

 

Bunun gibi. Çoğu insan ilk 2-3 yaşında neler yaşadığını hatırlamaz. Belki silik birkaç görüntü vardır.

 

İşte beyin gelişiminin korkunç bir hızda olduğu bu ilk aylarda dış dünyayla, çoğunlukla anneyle etkileşim bizim ileride zihnimizin nasıl çalışacağını, insanlarla nasıl ilişki kuracağımızı, hangi tür insana aşık olacağımızı, biri bizi terk ettiği zaman ne hissedip ne yapacağımızı etkileyecek izler bırakıyor. Ama biz bunları hiç hatırlamıyoruz ve etkisini de fark etmiyoruz. Bu hafıza türüne örtük bellek deniyor.

 

Yani bildiğimizi bildiğimiz şeyler açık bellek, bildiğimizi bilmediğimiz şeyler örtük bellek. Ve Freud'un birçok kişiye göre en büyük başarısı daha HM vakası portakalda vitamin bile değilken böyle bir hafızanın olduğunu keşfedip buna bilinç dışı ismini vermesi. Bu araya şunu sıkıştırayım, psikanalitik dilde bilinç altı, bilinç üstü diye bir şey yoktur.

 

Bilinç, bilinç öncesi ve bilinç dışı vardır. Bir kişi size psikolojik terimlerle hava atayım derken bilinç altı, bilinç altı deyip duruyorsa konuyu fazla bilmediğini anlayabilirsiniz. İnsan zihnini açıklarken bazı şeylere isimler takmak zorundayız.

 

Sonuçta bilinç dışı sözü de bir takma isim, örtük bellek sözü de. Bunlar aslında birer metafor. Birinin ötekinden daha doğru olduğunu gösteren hiçbir şey yok.

 

Peki o zaman Freud'a neden dargınım? Mis gibi adam bilinç dışında keşfedip doğru tarif etmiş. Doğal olarak Freud elindeki bilgiyi kısıtlı olduğu için bugünkü bir bilim insanına göre daha fazla şeyi varsayarak yapmak zorunda. Bilinç dışı metaforuyla çıktığı yolda bunun üzerine bir sürü şeyi inşa ederek zihnimizi çözümlemeye çalışıyor.

 

İd, ego, süperego, savunma düzeni falan diyor ve metafor git gide genişliyor ve bu metaforların doğru olup olmadığını deneyle falan test etmek de mümkün değil. Bunu biraz şuna benzetiyorum. Ben bir şirketin yöneticisiyle ilgili bir şeyi daha güzel anlatmak için bu adam şirketin çobanıdır diyorum.

 

Ve çok akılda kalıcı hem de yaşanan durumu güzel açıklayan bir örnek anlatıyorum. Ama sonrasında olay burada kalmıyor. Adam gerçekten çobanmış gibi bir sürü başka şeyi de yorumlamaya kalkıyorum.

 

Çoban olduğuna göre kıyafeti böyledir, işte bu adamın sopası şöyledir, şöyle yapar falan gibi. Sadece Freud'un teorileri değil, alandaki birçok metaforda bence artık eski ve gerçeğe bizi yaklaştırmıyor. Ama bence dinamik diskelte alanında halen metaforun metafor olduğunu unutup gerçeğin ta kendisiymiş gibi anlatanlar ve bu yüzden kafası karışan insanlar var.

 

Beni bu podcast'ta motive eden en önemli faktör de bu oldu. Gerçeği keşfetmek için eski ve karmaşık terimlere ihtiyacımız yok. Tam tersi basitleştirmeye ihtiyaç var.

 

İlk tanımlamaları yapanlara, insanlığa yaptıkları hizmetler için teşekkür edip kendi yolumuza devam etmeliyiz. Umarım ne biliyoruz, kafa karıştıran değil birçok şeyi daha berrak hale getiren bir podcast olur. Hem dinleyiciler için hem benim için.

 

Bu bölümde özetle şunu söylemeye çalıştım. Bebekken yaşadıklarımız sinsi sinsi bugünümüze etkiler. Ama muhtemelen Freud'un zannettiği kadar değil.

 

Bir sonraki bölümde ise iki bebeğin kişiliği daha ilk doğduklarında birbirinden ne kadar farklı olabilir onu konuşacağız. Bu bebekler büyüdükçe nasıl değişecek onları da yolda ilerledikçe göreceğiz. Görüşmek dileğiyle.

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page