3. Yedisinde neysek yetmişinde o muyuz?
- Cenan Hepdurgun
- 5 Kas 2024
- 7 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 30 Kas 2024
Bölümü Dinlemek İçin Bağlantılar:
Otomatik Oluşturulmuş Bölüm Metni:
Merhaba, Ne Biliyoruz'un 3. bölümüne hoş geldiniz. Geçen bölümde doğuştan var olan ve pek fazla değişmeyen özellikleri konuştuk. Bu bölümde çevrenin etkisine ve kişiliğin değişimine bakacağız.
Yaşadığımız şehirdeki okulları dolaşıp, bin tane ilkokul 1. sınıf öğrencisinin kişilik özelliklerini puanladığımızı düşünelim. Velileri anket dağıtıp, çocukları için, ''Yeni insanlarla tanışmaktan hoşlanır.'' ''Sık sık endişelenir veya kaygılıdır.'' gibi ifadelere ne kadar katıldıklarını soracağız. Sonunda her çocuğun profilini oluşturacağız.
Farklı farklı kişilik özelliklerinden her birinde 100 üzerinden puanları olacak. Sonra ömür boyu her yıl bu ölçümleri tekrarlayacağız. Tabii çocuk büyüdükçe yaşına daha uygun sorular olacak.
Bir yaştan sonra kendi fikrini de soracağız. Ama hep aynı kişilik özelliklerini özenle takip edeceğiz. Lise son sınıfa kadar bu çocukların kişiliği değişir mi? Üniversitede değişir mi? 40'ından 50'sinden sonra değişir mi? Yoksa herkes 7'sinde neyse 70'inde de aynı mı olur? Bildiğiniz gibi değişim olasılığı her yaşta aynı değil.
Ağaç yaşken eğilir. Erken çocuklukta değişebilirlik çok fazlayken, birçok çalışmaya göre 50'li yaşlara kadar gitgide azalıyor. 50'den sonra tekrar artmaya başlıyor.
Az sayıda araştırma kişiliğin 50'sinden sonra da çok fazla değişmediğini bulmuş. Başka bir ekip de 50'sinden sonra herkes değişir bulurken, bazı insanların neden değişmiyor bulduğunu merak edip bunu araştırmış. Onlar da şunu bulmuşlar, değişim çıkmayan çalışmalarda katılımcıların genel sağlık durumu daha iyi.
Demek ki orta yaştan sonra kişiliğin değişmesinde fiziksel sağlık önemli bir faktör. Sağlık elden gidince muhtemelen kişiliği de etkiliyor. Tahmin edeceğiniz gibi benzer araştırmalar dünyanın farklı yerlerinde defalarca yapılmış.
Bu araştırmalarda iki türlü değişim saptanıyor. Birincisi yaşla birlikte herkesle beklenen doğal değişim. Mesela küçük çocuklar doğal olarak bir erişkine göre çok daha neşelidir.
1-2 yaş civarında çocuklar günde ortalama 250-300 kez gülerken, erişkinlerde bu sayı yaklaşık 15-20'dir. Çocuklar aynı zamanda erişkinlere göre çok daha dışa dönüktür. İlgilerini çeken bir şey olduğunda tanımadıkları insanlarla hemen kaynaşabilirler.
Toplum da buna alışıktır ve her yaş grubunun kendine uygun davranmasını bekler. Küçük bir çocuğun çok sessiz, çok sakin olması yadırganır. Bir erişkinin de çocuk kadar dışa dönük olması çoğu zaman tanımayan kişilere rahatsızlık verir.
Mesela bizim oğlumuz şu an 3 yaşında, markette sıradayken yanımızda bekleyen kişilere bir anda senin adın ne, ne yapıyorsun, elinde ne var gibi sorular soruyor, konuşmaya başlıyorlar. Ben yanımdakine nazikçe merhaba, isminiz nedir diye sorsam herkes tuhaf tuhaf bakar. Ortalama dışa dönüklük ergenlik dönemine doğru giderek azalır ama lise yıllarından sonra pek değişmez.
Yani gitgide içimize kapanmıyoruz. 20'li yaşlardan sonra ise duygusal denge ve uzlaşmacılık giderek artma eğiliminde. Bu podcastı dinleyenlerin %90'dan fazlası 24 yaş ve üstünde.
Yani başımıza olmadık bir şey gelmezse, yıllar geçtikçe muhtemelen bugünkü halimize göre duygusal açıdan daha dengeli ve uzlaşmacı olacağız. Ama herkesle görülen bu gelişime değişim demek değişime ayıp olur. Çünkü kimse sen çok değişmişsin dediği zaman yaşından beklendiği ölçüde olgunlaşmayı kastetmiyor.
Başka birine dönüşmeyi kastediyor. Bu esas değişimin araştırmalardaki terim olarak karşılığı sıralama değişimidir. Yani puanına göre kişileri sıralayınca yerleri zaman içinde değişecek mi? Mesela duygusal denge açısından 900.
sırada olan bir çocuğu ailesi ideal bir şekilde büyütürse ilk yüze sokabilir mi? Üniversitenin başında içine kapanık olan biri, tiyatro kulübü, dans kulübü, gastronomi kulübü gibi envai çeşit sosyal ortama katılsa sonradan dışa dönük olur mu? İlişkilerden çabuk sıkılan, çok kolay aldatan biri hayatının aşkını bulursa bu huyundan vazgeçer mi? Bu soruların yanıtını araştıran bir sürü çalışma var. Çoğu da günümüz bilimsel araştırma standartlarında çok nitelikli çalışmalar. Ancak kişilik o kadar geniş bir kavram, sonuçları karıştıracak o kadar çok faktör var ki, herkese açıklayacak kesin yargılara varmak teknik olarak mümkün değil.
Mesela en çok çalışması yapılan yaşam olaylarından biri boşanma. Hemen hemen hepsi başlangıçta anlattığım örneğe benziyor. Çeşitli sorularla beş temel kişilik özelliğini yıllarca ölçmeye devam ediyorlar.
Ve çoğunlukla kısa vadede biraz değişim olduğu ama uzun vadede boşanma öncesine dönüldüğü bulunuyor. Ama bu sonuç boşanmış kişilerin her birini temsil ediyor mu? İmkansız. En başta kültür çok büyük bir karıştırıcı faktör.
Çalışmaların en çok yapıldığı yerler Almanya, Avustralya ve İngiltere. Almanya'da boşanmayla Türkiye'de boşanmanın farkını bırakın, boşanan kişinin Türkiye'de hangi şehirde olduğu bile fark eder. Peki o zaman o çalışmanın aynısını biz de Türkiye'de, farklı farklı şehirlerden binlerce insanla yapalım.
Güzel olur ama çok zor. Çünkü Türkiye'de iç göç çok fazla ve o kadar insanı uzun yıllar takip etmek, bugünkü pratikte imkansıza yakın. Söz gelimi çalışmanın başında Mardin'den aldığınız bir kişi, çalışmanı sonuna kadar iki üç kere şehir değiştirebilir.
Biz dünya kadar para ve emek harcayıp bu kişinin peşini bırakmasak da, adamın boşandıktan sonra nereye gitse peşinden gelip, kişiliğiyle ilgili tuhaf tuhaf sorular sorup duran birine sabırla cevap verme ihtimali zayıf. Coğrafi bölge dışında kaç yaşında boşandı, nasıl bir evliliği vardı, neden boşandı, kendisinin ve ailesinin boşanma kavramına bakışı ne, sünni mi, alevi mi, şafi mi, katolik mi, agnostik mi gibi benim de aklıma gelmeyen daha milyonlarca faktör vardır. Tüm bunların kişiliği etkisini kontrol etmek çok çok zor.
Şimdi burada önemli bir parantez açmak istiyorum. Çünkü sadece kişilik değişimini değil, psikoloji ve psikiyatri araştırmalarının hemen hepsini ilgilendiren temel bir kısıtlılığa geldik. Araştırmalarda bulunan verilerin her bir insanı temsil etmesi mümkün değil.
Ama bazen bu unutulup aşırı genellemeler yapılabiliyor. Çünkü narsist insanın 42 özelliği diye video yapmak ya da sevgilisine ghosting yapan kişiyi aslında derinlerde uyduruyorum hayalet kompleksi taşıyordur, bu esas onun kendine güvensizliğini gösterir gibi şeyler söylemek daha çok kişinin ilgisini çekiyor ve dinleyenler için kendilerini ve çevrelerini etiketleme riski yaratıyor. Çünkü insanlar öğrendikleri terimleri günlük hayatlarında kullanmayı seviyorlar.
Sadece narsist gibi yerleşik terimler değil, gaslighting gibi popüler ama sınırları belirsiz terimlerle de kendi ilişkisini açıklamaya çalışan bir sürü kişi var. Bilimsel araştırmalarda ya da eğitim materyalinde ortak bir dil yaratabilmek, psikoterapi ekolleri ya da ilaçların etkisini test etmek için bir takım genellemeler yapmaya pratikte mecburuz. Ülkelerin eğitim politikalarını belirlerken de öyle.
Her çocuğun kişiliği kendine özgüde olsa çocukları mecburen birkaç kategoriye ayırıp programı en çok kişiye en çok faydayı sağlayacak şekilde düzenlemek zorundayız. Ama bir bireyi değerlendirirken onu bir kişilik kategorisine oturtup ona tamamen uyduğunu düşünmek çok büyük bir hata. Parantezi kapatıp kişilik değişimi bahsimize geri dönelim.
Erken çocukluğun kişiliği nasıl etkilediği çok daha kompleks bir konu olduğu için onu sonraki bölümlerde başlı başına ele alacağız. Biz öncelikle daha basitçe ifade edilebilen 7 yaş sonrası değişime bakalım. Tabii ki kişilikle ilgili her özelliğin değişme olasılığı aynı değil.
Geçen bölümde bahsetmiştik, dürüstlük, fedakarlık, empati ve sorumluluk sahibi olma çevresel faktörlerden daha çok etkileniyor. Fiziksel enerji, hareketlilik, duygusallık, utangaçlık ve dikkati sürdürme çevre etkisine görece kapalı. Zeka da öyle.
Çok ilginç şekilde genetiğin etkisi yaş ilerledikçe daha da fazla ortaya çıkıyor. Çocuk büyüdükçe IQ'su anne babasının ortalamasına yaklaşıyor. Bunu kişilik ve zeka dışında çok daha somut olarak dış görünüşte de fark edebilirsiniz.
Anasına bak, kızını al gibi sözlerin bir sürü dilde karşılığı var. Ahmet Ümit'in Patasana romanında Nevzat babasının ölümünden yıllar sonra bir gün aynaya bakarken kendini babasına benzetiyor ve yaşlandığını oradan anlıyor. Daha sonra babasıyla olan ilişkisini gözden geçirmeye başlıyor.
Buna benzer bir tema dünyanın bambaşka bir yeri olan Kolombiya'dan Gabriel Garcia Marquez'in Yüzyıllık Yalnızlık romanında da var. Geçenlerde bir uygulamayla kendi fotoğrafımı yaşlandırdım. Sonradan aklıma geldi, bakalım tanıyabilecek mi diye oğluma gösterip bu kim diye sordum.
Gaga dede dedi. Oğlum benim babama Gaga dede diyor. O diyene kadar ben fotoğrafı babama hiç benzetmemiştim.
Normalde insanı bir taşa benzetsek, yaş geçtikçe çevrenin etkisiyle bu taşın yontulup şekil değiştirmesini bekleriz. Ama nasıl oluyor da gitgide genetik kodun etkisi daha fazla kendini gösteriyor. Çünkü biyolojimiz sadece doğumda çalışıp bizi terk etmiyor.
Genlerimizden sürekli protein sentezleniyor. Küçük bir çocukken bağlanan nöronlarımız sürekli birlikte ateşleniyor. Enerjimiz, dikkatimiz gün içinde neler yapacağımızı belirliyor.
Bunu bir taşın üstüne yıllarca durmaksızın damlayan bir suya benzetebiliriz. Taşı nereye götürürsek götürelim, suyun damladığı yerde sonunda koca bir çukur olacak. Değişmesi zor bir başka şey de uçlarda olan özellikler.
Yani bir alanda bin kişi arasından ilk yüzdeyseniz orada kalmanız çok muhtemel. 400-500 arasında olursanız alta ya da üste doğru hareket etme olasılığı daha yüksek. Bu da muhtemelen uçtaki kişilerin kendi kişilik özelliklerini besleyecek ortamları hazırlamasından oluyor.
Mesela sınıfın en utangaç insanını açılsın diye bir sürü etkinliğe de kaydetsek, adam zaten bir bahane uydurup gitmeyecektir. Peki insan yaşamında dönüm noktası denebilecek olaylar kişiliği nasıl etkiliyor? Böyle olayları iki kategoride inceliyoruz. Sevgiyle ilgili olanlar ve işle ilgili olanlar.
Sevgi başlığında ilişkiye başlamak, evlenmek, çocuk sahibi olmak, ayrılmak, boşanmak ve eşin vefat etmesi var. İş başlığında da mezun olmak, işe başlamak, işsiz kalmak ve emekli olmak var. 2023 yılında bu yaşam olaylarının kişiliği, yaşam doyumunu ve öz saygıyı nasıl etkilediği konusunda o güne kadar yapılmış tüm araştırmaları derleyen ve toplam 120 bin kişinin verisini değerlendiren dev bir meta analiz yayınlanmış.
Bu günümüz imkanları dahilinde oldukça üst düzey bir kanıt değeri anlamına geliyor. Bu analizin sonuçlarına göre olumlu olaylar kişilik ve davranışlar üzerinde daha büyük ama kısa vadeli etkilere yol açarken olumsuz olaylar daha küçük ama uzun vadeli değişikliklere yol açıyor ve işle ilgili olaylar sevgiyle ilgili olanlara göre kişilik üzerinde daha etkili. Örneğin mezun olmak duygusal dengeyi, öz saygıyı ve yaşam doyumunu arttırıyor.
İşe başlamak sorumluluğu arttırırken, işten ayrılmak tabii ki azaltıyor. İlginç şekilde işten ayrılmak duygusal dengeye iyi geliyor. Belki iş stresinden kurtulmayla ya da çalışırken kafaya taktığı bazı şeylerin hayati olmadığını fark etmeyle ilgilidir.
Buna meta analiz de değinilmemiş ama aslında hangi işi yaptığınız da çok önemli. Mesela bir psikiyatrist olarak bana tıp öğrencileri tarafından en çok sorulan sorulardan biri, psikiyatrinin insanı değiştirip değiştirmediğidir. Tabii ki değiştiriyor.
Aslında her branş değiştiriyor. Çok riskli olduğu için kimsenin yapmadığı ameliyatları başarıyla yapıp yüzlerce binlerce hayat kurtaran bir cerrahın kişiliğinin bundan etkilenmemesi mümkün mü? Ya da yirmi küsür yıl bir ülkenin padişahı veya kralı olsanız, etrafınızdakiler sürekli her eyleminize efendim harika düşündünüz diye onay verse nasıl etkilenmeyeceksiniz? Mesleğimiz kişiliğimizi şekillendiren çok önemli bir faktör. Sevgiyle ilgili olaylara bakarsak, yeni bir ilişkiye başlayan insanlarda sorumluluk ve yaşam doyumu artıyor.
Evlenince yaşam doyumu başlangıçta daha da artıyor fakat sonradan bekarlık düzeyine dönüyor. Evlilik ve çocuk sahibi olmak, bekleneceği gibi yeni deneyimlere açıklık ve dışa dönüklüğü azaltıyor. İlginç şekilde sevgilden ayrılmak yaşam doyumunu arttırırken, boşanmak yaşam doyumunu azaltıyor.
Yani bu sonuçlara göre iyi bir yaşam doyumu için en iyisi sürekli sevgili değiştirip hiç evlenmemek, evlendiysen boşanmamak, boşandıysan da hemen yeni bir sevgili bulmak. Ama tabii bunların her koşulda mutlak doğru olmadığını hatırlatalım. Mesela ben iyi ki evlenmişim.
Bu bölümde özetle değişim olasılığının her yaşta aynı olmadığını, bazı özelliklerin değişmeye, bazı olayların da değiştirmeye daha yatkın olduğunu ve bence en önemlisi kişilikle ilgili araştırmaların doğaları gereği önemli kısıtlılıklarının bulunduğunu, yazılanların ve söylenenlerin ne kadar kanıta dayalı olsalar da her insanı temsil etmesinin imkansız olduğunu konuştum. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.
コメント