top of page

9. İşinde mutlu olmak: Şart mı, ütopya mı?

Bölümü Dinlemek İçin Bağlantılar:



Otomatik Oluşturulmuş Bölüm Metni:

 

Zorunlu hizmette her sabah poğaça aldığım bir fırın vardı. Bir gün gene sıra bekliyorum, bitimdeki adamı izliyorum. Ya ne sıkıcı iş dedim içimden.

 

Poğaçayı ver, parayı al. Poğaçayı ver, parayı al. Sonra düşündüm.

 

Asla ben de aynı şeyi yapıyorum. Günde ortalama 40-50 hasta görüyorum. 50 hasta.

 

Bir günde görüşme yapacağım, tedavisini düzenleyeceğim. Ki benden çok daha fazla hasta gören skatist meslektaşlarım da var bir gün içinde. Her bir kişiyi ayırabildiğim vakit çok kısıtlı.

 

Dinliyorum. 5-10 dakika içinde bir ilaç yazıp gönderiyorum. İçeriden çıkan büyük ihtimalle doktor beni dinlemedi bile.

 

Bir ilaç yazdı, gönderdi diyor. Dışarıda bekleyen de ya bir giren 2 saat çıkmıyor diyor. Kimse memnun değil.

 

Ben memnun değilim. Hasta memnun değilim. Bu işi ömür boyu yapabilir miyim diye düşündüm.

 

Sonra dedim ki acaba şımarıklık mı yapıyorum? Zaten para kazanmak için her meslek böyle yoğun olduğu bir tempoda yapılmak zorunda mı? Sevdiğin işi yapıyorsan bir gün bile işe gitmezsin diyenler mi haklı? Yoksa futbol oynarken bile çok sıkıldığını anlatan bazı futbolcular mı? Ne biliyorsa hoş geldiniz. Ben Cenan. Skater uzmanıyım.

 

Bu kanaldaki yayınlarda kendinizi ve çevrenizdeki insanları daha iyi anlamanıza yardımcı olma hedefliyoruz. Bu bölümde önce biraz doğru meslek seçiminden bahsedeceğiz. Ondan sonra çalıştığımız yerde mutlu olmanın nelere bağlı olduğunu konuşacağız.

 

Geçen hafta Instagram hesabımdan basit bir anket yaptım. Soru çok kısa. Mesleğinizi, işinizi seviyor musunuz? 3 tane de seçenek var.

 

A. Evet, yine dünyaya gelsem yine aynı işi seçerim. B. Eh, çok şikayetçi değilim. C. Başka bir işim, mesleğim olmasını isterdim.

 

Aslında soruyu sorarken aklımda ne çıkacağıyla ilgili hiçbir fikir yoktu ama sonuç yine de beni şaşırttı. Çünkü tam 3 eşit parçaya bölündü. Bir şeyi kendi elimle 3'e bölmeye çalışsam bu kadar bölünmez.

 

%33, %34, %33. Sanki üzerinde sadece 1, 2 ve 3 yazan bir zarı yüzlerce kez atmışım da hepsi 3'te 1'e eşitlenmiş gibi. Şöyle düşündüm.

 

Acaba insanları bireysel yeteneklerini, isteklerini hiç dikkate almadan rastgele mesleklere dağıtsam gene aynı sonuç mu çıkardı? Bunu söylemek zor çünkü sorunun hiçbir bilimselliği yok. Hiçbir karıştırıcı faktörü düşünmeden tam diye sormuşum. Sorarken meslekle işi bile ayırmadım.

 

İkisi aynı cümlenin içinde geçiyor. Ama yine de bence eşitlik ilginç. Meslek seçerken iki şey önemli.

 

1. Sevdiğim bir alanda çalışmak. 2. O işte iyi olmak. Bu ikisinden biri eksik olduğu zaman çoğunlukla ötekini de baltalıyor.

 

Mesela bir işte iyi olmadığında o alanı sevmek zor. Diğer yandan tersi de doğru. Sevmediğim bir işte de iyi olmak zor.

 

Gerçi iyi olmak çok geniş bir kavram ama şöyle diyebiliriz. Bir işte seçkin biri olmak için doğal olarak aynı işi yapan diğer insanların yapmadığı bir takım şeyleri özveriyle yapman gerekiyor. Ve bir işi sevmediğin zaman başlangıçta ne kadar zorlarsan zorla bir süre sonra sadece kendinden beklenen kadarı yapmakla yetiniyorsun.

 

Sevmediğiniz bir iş için sürekli özveride bulunmak çok gerçekçi bir beklenti değil. Peki meslek tercini şansa bırakmamak, gençleri uygun şekilde yönlendirmek mümkün mü? Tabii rehberlik uzmanları benden çok daha fazlasını anlatabilirler ama ben şunları düşünüyorum. Bir kere meslek seçerken bir miktar bilinmezlik olmak zorunda.

 

Çünkü bir mesleğin yıllar içinde nasıl değişeceği de orayı sevip sevmeyeceğini çok etkileyecek. Söz gelimi bu aralar meslekleri en çok etkileyen yapay zeka, tıbbın bazı branşları için bile ne kadar ihtiyaç kalacağının sorgulanmasına yol açıyor. Hele bizim ülkede kanunların, prosedürlerin aşırı hızlı değişmesi süreci iyice komplike ediyor.

 

Mesela benim ÖSS'ye girdiğim sene ile bugün arasında sağlık sisteminde inanılmaz büyük bir değişim var. O yüzden her şeyi muhteşem bir şekilde kestirmek mümkün değil ama yine de 16-17 yaşlarındaki bir gencin hangi alanları daha çok seveceği, hangi alanlarda başarılı olacağını ölçmenin birçok yolu var. Bu bölümü hazırlarken tesadüf Deniz Göktaş'ın anlattığı bir hikayeye denk geldim.

 

Çok da keyifli anlatıyor. 11-12 yaşlarındayken dershanede bir mesleki eğilim testi yapmışlar. Yüzlerce cümle var.

 

3 seçenekten birini her cümle için seçiyor. Hoşlanmam fark etmez, hoşlanırım. Ben başta adam testte dalga geçecek sandım ama diyor ki okulla, matematikle, fenle ilgili bütün cümlelerde hoşlanmam diyorum.

 

Sanatla ilgili her şeyde hoşlanırım diyorum. Test adamı sarsmış ve sonunda net bir şekilde dershaneyi bırakıp şarkıcı olmaya karar vermiş ve ailesine güzel sanatlara gitmek istediğini söylemiş. Babası testte kaydırma yapmış olabileceğini düşünmüş.

 

Sonrasında da rehber öğretmenin nasıl kendisini ketlediğini anlatıyor ve hikaye bitiyor. Bunu dinledikten hemen sonra Deniz Göktaş'ın özgeçmişine baktım. Önce otlu insiyat mühendisine gitmiş, orayı yarım bırakıp psikolojiye geçmiş, orayı bitirmiş.

 

Sonra da sinema-televizyon yüksek lisansı yapmış. Şimdi de komedyenlik yapıyor. Bana göre gayet de başarılı, çok tatlı bir adam.

 

Bunu biraz şuna benzettim, Türkiye'de çok sık olan bir şey. Önce bir kaza ya da afet haberi çıkıyor. Arkasından aslında birinin ya da bir şeyin çok çok uzun süre önce böyle olacağını öngördüğü ama kimsenin buna kulak asmadığı ortaya çıkıyor.

 

Burada da aslında çocuğun daha 11 yaşındayken yaptığı bir test, bir sinyal vermiş. Bu sinyal o zaman çok dikkate alınmasa da hayat bir şekilde dönüp dolaşıp çocuğu komedyenliğe taşımış. Geç de olsa sevdiği alana yönelmiş görünüyor.

 

Umarım işinde de çok mutludur. Ama herkes bu şansı bulamıyor. Birçok kişi onca emek, zaman ve bazen para harcadım, boşa gitmesin diye tüm dezavantajlarına rağmen, olumsuz göstergelere rağmen aynı işi yapmayı sürdürüyor.

 

Buna batık maliyet yanılgısı deniyor. Mesela tıp vaktesini kazanıp bitirmek hem emek hem zaman hem de maddiyat açısından çok maliyetli. O yüzden ben hekimliğin özellikle farklı bir hayatın da mümkün olabileceğiyle ilgili hayal gücünü ketlediğini düşünüyorum.

 

Rahmetli Cüneyt Harkın gibi örnekler var, ilgi çekici ama çok az görülüyor. Meslek seçiminin çok önemli olduğu ortada. Gençlerin hangi alanda daha mutlu olacağını nasıl ölçüp belirleriz? Onları nasıl yönlendirebiliriz? Bu konuda çok çalışma var ama bu işi biz PDR'cilere bırakalım.

 

Ben esas kendi alanıma geleyim. Hali hazırda devam ettiğimiz bir işte mutlu olmamız hangi koşullara bağlıdır? Diyelim ki bir kişi işinde mutlu olmadığını söyledi. Ne yapalım? Her sorunda olduğu gibi burada da öncelikle neyin ters gittiğini saptamak gerekiyor.

 

Benim deneyimime göre bu konuda Ryan Vedes'in öz belirlenim teorisi çok pratik bir çerçeve sunuyor. Buna göre iş yerinde mutsuzluğundan şikayetçi olan biri varsa şu üç alandan birinde muhakkak bir sorun olmalı. Yeterlik, özellik ve ilişkiler.

 

Aslında doğru meslek seçimi de bu üç alanda ihtiyaçların karşılanmasıyla ilgili. Önce yeterlikten bahsedeyim. İşinde yeterli olduğunu hissetmek iş yerinde mutluluk için çok önemli bir gereklilik.

 

Ben örnekleri hep kendi mesleğimden veriyorum ama aslında her alanda rahatça uygulanabilir. Örneğin tıpta uzmanlık eğitiminde çoğu branşta asistanlar önce yatan hastaların olduğu servislerden başlıyorlar. Bu bir mecburiyet sayılır.

 

Çünkü yatan hastalara hep hocalarla birlikte bakıldığı için süpervizyon alma fırsatı var. Yeni başlayan birinin poliklinikte tek başına ayaktan hastaları görmesi çok daha zor. Bu da asistanların daha çok ayaktan gelen ve kolayca iyileşen hastaları değil de serviste yatan zorlu hastaları görmelerine yol açıyor.

 

Bu durum özellikle asistanlığın birinci yılında birinci yılın sonlarına doğru branşından mutsuz olmayı ve istifayı düşünmeyi getiriyor. Bu eşiği atlatırlarsa istifa oranları da düşüyor. Bir işin kişiyi yetersiz hissettirecek kadar zor olmasının yanında çok kolay olması da aslında yıpratıcı.

 

İdeali kişinin biraz zorlanacağı ama sonunda başarıp kendini iyi hissedeceği bir zorluk düzeyi. Bu biraz da kendine güvenli 1.1 gibi küçük bir sayıyla çarpmak başardığın her şeyde biraz daha büyümüş hissetmeye benziyor. Mesela ilk verdiğim poğaça örneğinde sürekli aynı işi yapmak bir sayıya binlerce kez birle çarpıp hep aynı sonucu almak gibi.

 

Poliklinikte korkunç sayılarda hasta görmek de öyle. O yoğunlukta, o karmaşada bu kadar kısa sürede zorlu bir tıbbi problemi analiz etmek, derinlemesine düşünmek ve ideal bir çözüm bulmak mümkün değil. Mecburen günü idare etmeye başlıyorsunuz.

 

Bu hem hastalar hem hekimler için çok kötü. Bir şeyleri başarmanın yanında eğer kendi işinizde çalışmıyorsanız takdir görmek de önemli. Bu da daha çok yöneticileri ilgilendiren bir konu.

 

Sizle birlikte çalışan kişilerin başarılarına olumlu geri bildirimler vermek sıfır maliyetle çok motive edici bir şey. Yalnız burada geri bildirimler kişiye özgü ve gerçekçi olmalı. Ekşi Sözlük'te bir başlık var, bir kadından alınan en iyi iltifat diye.

 

Adam, değerli müşterimiz yazmış. Bu lafı duyup kendini değerli hisseden tarihte bir kişi bile yoktur herhalde. Bol keseden herkese övgü dağıttığın zaman bu gerçekten işini iyi yapan insanlar için sinir bozucu olabiliyor.

 

O yüzden iyi geri bildirim verebilmek için önce iyi bir gözlemci olmak gerekiyor ki muhatap olduğun kişi, ya evet özverimi fark ettiler ve kıymetim bilindi diye hissetin. Başardıkça mutlu olmak biraz da kişinin mesleğine yüklediği anlamla ilişkili. Sizin hayatta başarmak istediğiniz şey ne? Kendi değerlerinizle çalıştığınız işteki hedefler örtüşüyor mu? Bu da bizi üç ayaktan diğerine götürüyor.

 

Otonomi yani özellik. Özelliğin içinde şunlar var. İstemediğin şeyleri yapmak zorunda kalıyor musun? İstediğin şeyleri kendi istediğin şekilde hatta kendi istediğin zamanda yapabiliyor musun? Hiçbir işte %100 özellik olunamayacağı çok açık.

 

Ama işler arasındaki özellik farkı, mutluluğu çok etkiliyor. Bunu yine kendimden örnek vererek anlatmak istiyorum. Ben şu anda üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışıyorum.

 

En sevdiğim özelliği işin kendi vaktimi kendim yönetebilmem. Başta bahsettiğim zorunlu hizmet örneğinde sabah geliyorsun, hastalar sırayla kapıdan giriyor, çıkıyor, mesai bitince eve gidiyorsun. Ben sigara da içmiyorum.

 

Çıkayım iki dakika yürüyeyim, hava alayım desem homurdanma olacak, ortam gelirecek. O yüzden hiç durmaksızın hasta bakıyordum. Şimdi ise aslında hastanede geçirdiğim süre devlet hastanesindeki çalıştığım süreye göre çok daha fazla ama kendi programımı kendim planlayabildiğim için çok daha iyi hissediyorum.

 

İstersem bir görüşmeye daha çok vakit ayırıp akademik işleri akşam beşten sonra yaparım. Kişinin kontrolün kendisinde olduğunu hissetmesi önemli. Aslında işten kazanılan para da büyük oranda özellik ihtiyacını karşılayarak insanı mutlu ediyor.

 

İş dışı hayatında istediğin şeyleri yapabilmeni sağlıyor çünkü para. Hatta sonsuz paramız olsaydı sadece iş dışında değil işte de özel kolurduk. Çünkü istediğimiz kadar çalışır, istemediğimiz yerde bırakırdık.

 

Kovulsan ne olacak? Zaten sonsuz param var. Para bir anlamda özellik getirdiği ölçüde mutlu hissettiriyor. Özel hissettirmiyorsa çok mutlu da etmiyor.

 

O yüzden üniversitede olup daha az para almak benim açımdan daha keyifli. Yöneticilik açısından baktığınızda da iyi bir yöneticinin çalışanların özellik ihtiyacını mutlaka dikkate alması gerekiyor. Örneğin verilen ödüllerin, ek ödemelerin nasıl sunulacağı çok şeyi fark ettirir.

 

Ödüllendirme ya da prim mekanizması çalışanlara bir şekilde zorbalık gibi hissettiriyorsa olumsuz bir etki yaratıyor. Verilen para aynı da olsa yöneticinin tutumuna göre çalışan kişi zaten hakkı olan bir paranın tehdit altında olduğunu da düşünebilir, gerçekten yaptığı fedakarlıkların kıymetinin bilindiğini de düşünebilir. Bu da bizi iş yerinde mutluluğun son ayağına getiriyor.

 

İlişkiler. Kişinin birlikte vakit geçirmekten memnun olduğu insanlarla çalışması birçok durumda işin olumsuzluklarına katlanmayı kolaylaştırıyor. Sadece çalışma arkadaşlarının kafa denge olması onlarla gülüp eğlenebilmek değil.

 

Her olanda olduğu gibi iş yerindeki yöneticilerin ya da amirlerin de oh be bu kişi beni anladı diye hissettirmesi yine çok iyileştirici. Bazen bir sorun çözülemiyor olsa da en azından birinin senin sıkıntını içtenlikle dinlediğini ve anladığını görmek iyi hissettiriyor. İyi bir hekim, iyi bir eş, iyi bir sevgilide olduğu gibi iyi bir yönetici ya da iyi bir iş arkadaşı olmanın da koşulu önce iyi bir dinleyici olmak.

 

Bir iş yerinde ilişkilerin iyi olması bir sürü eksiği kapatıp tüm zorluklara rağmen özel ve yeterli hissetmeyi de kolaylaştırıyor. Özetle işinde mutlu olmakla işinde iyi olmak birbirini besleyen şeyler. Biri olmadığı zaman ötekisi de olmuyor.

 

Peki işinde mutlu olmak ütopya mı? Hayır değil. Özellik, yeterlik ve ilişkiler yeterince iyi olduğunda hiç pazartesi sendromu olmadan işe gitmek mümkün. Kendi işinizde mutluluğu sorguluyorsanız ya başka bir işte nasıl olurdu diye düşünüyorsanız bu üç alan düşünmek için iyi bir çerçeve sağlayabilir.

 

Hatta bir işte mutlu olmak için hepsinin yüzde yüz karşılanmasına da gerek yok. Örneğin insan hayatı ya da güvenliği ilgilendiren işlerde özellik doğal olarak epey kısıtlı. Ama bu işleri de bir sürü kişi severek yapıyor.

 

Özellikle iş barışının ve iyi ilişkilerin birçok zorluğu aşmada azımsanamayacak bir gücü var. Herkese hevesle gittiği bir iş ortamı dilerim. Sonraki bölümde görüşmek üzere.

 


 

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page